Mahallenin gözdesi Kirpican, sıradan bir kirpi değildi; onun yumuşacık tüylü yanakları ve minicik, sevimli burnuyla bir süre sonra mahallede herkesin candan dostu haline gelmişti. Piknik yapan komşulara çekinmeden sokulur, nazikçe onları selamlardı. Kirpican’ın dikenli giysilerinin altında, mahallenin çocuklarının ellerine dokunduklarında hissettikleri yumuşak bir ten vardı. Mahalledeki çocuklar ona sarıldıkça, Kirpican gözlerini kapatıp memnuniyetle burnunu kırıştırırdı. O, herkesin en sevimli dostuydu.
Zamanla Kirpican’ın hayatına minik yavrular katıldı. Onların minicik vücutları daha yeni sert dikenlere sahip değildi; tüylü, yumuşacık bedenleri tıpkı mahalledeki bebekler gibi korunmaya muhtaçtı. Mahallenin bebekli anneleri, Kirpican’ın yavrularını nasıl sevgiyle büyüttüğünü izledikçe, onun annelik duygusunu yüreklerinde hissederdi. Kirpican, yavrularıyla birlikte mahalledeki annelerin yanına çekinmeden gider, onlara sanki “Annelik ne zor bir görev, değil mi?” der gibi bakardı. Onun yavrularına gösterdiği özen ve sevgi, mahalledeki tüm annelere dokunurdu.
Ama Kirpican’ın sadece sevimli ve dost canlısı yönleri yoktu; onun en önemli görevlerinden biri, mahallenin en korkulu düşmanları olan kenelere karşı durmaksızın çalışmasıydı. Gece olduğunda, herkesin uyuduğu saatlerde, Kirpican ve yavruları sessizce yollara dökülür, keneleri bir bir toplardı. Kirpican’ın sessizce dolaşması, mahallede yaşayanların sabahları rahat nefes almasını sağlıyordu. Mahallenin sağlığı için bu özverili çalışması, onu gerçekten unutulmaz kılıyordu. O, sadece bir dost değil, aynı zamanda bir koruyucuydu.
Bazı günler, bilmeyen bazı çocuklar ona yaklaşarak hırpalamaya çalıştığında, Kirpican’ın sergilediği bir başka unutulmaz beceri devreye girerdi. Tehlikeyi hissettiği anda, kendini dikenli bir yumak haline getirip yuvarlanmaya başlardı. Onun bu doğal savunma yöntemi, mahalledeki çocukların saygısını kazanmıştı; herkes onu korumayı öğrenmişti. Mahallenin çocukları artık ona zarar vermemeyi, tam aksine onu gözetmeyi bir görev bilirdi.
Ancak, Kirpican ve yavruları için en tehlikeli gün henüz gelmemişti. Bir gece, anne Kirpican yavrularını peşine takarak yiyecek aramak için patika yola çıktı. Henüz uykuda olan mahallenin sakinleri gibi geceyi güvenle geçireceklerini düşünmüşlerdi. Fakat o gece, yola hızla yaklaşan bir araba vardı. Şoför, ışıkların aydınlattığı yolda minik kirpileri fark etti ama fren yapma gereği bile duymadı. Araba hızla yanlarından geçtiğinde, Kirpican’ın iki yavrusu aracın tekerleklerinin altında kalmış, kendisi de ağır yaralanmıştı.
Sabah olduğunda mahalle, Kirpican’ın kanlı izlerini ve iki yavrusunun cansız bedenini gördüğünde derin bir üzüntüye kapıldı. Mahalle sakinleri, vicdanlarında Kirpican’ın hayaletini hissetti. Artık mahallenin sevimli kirpisinin koruyuculuğu sona ermişti. Ancak, tam o günlerde bir haber duyuldu: o dikkatsiz şoförün küçük çocuğu, kenelerin taşıdığı bir enfeksiyondan dolayı hastalanmış, tedaviye rağmen yaşamını yitirmişti.
Kirpican’ın öyküsü, mahallede yüreklerde bir sızı bıraktı. O gün herkes bir kez daha anladı: Doğadaki en küçük canlının bile bir rolü vardır. Herkes, onun eksikliğinin mahallenin sağlığını nasıl etkilediğini gördü. Mahallede insanlar artık bir şeye emindiler: Canı Görmek Canlılıktır. Artık herkes daha dikkatli olmayı öğrendi. Kirpican’ın anısını yaşatarak, doğaya daha saygılı bir yaşam sürdüler. Onun hikayesi, doğanın dengesi ve vicdanın sesi olarak hafızalardan hiç silinmedi.
Comments