İnsanlığı Dijital Çağda Yaşatmak: Vicdan ve Adalet
Dijital çağın sağladığı hız ve ulaşılabilirlik, bilgi paylaşımını kolaylaştırırken beraberinde insan ilişkilerinde soğuk bir mesafe de yaratıyor. Sosyal medya, geniş kitlelere erişimi olanaklı kılarken empati, etik ve adalet gibi derin insanî değerleri zaman zaman gölgede bırakabiliyor. Bugün sosyal medya platformları; düşüncelerimizi özgürce paylaşabildiğimiz alanlar olmaktan çıkarak, çoğu zaman yargılama, ötekileştirme ve kutuplaştırmanın kolaylaştığı, linç kültürünün hüküm sürdüğü bir alana dönüşüyor. Peki, vicdan ve adalet bu ortamda nerede konumlanıyor?
Adaletin İki Yüzü: Kanun ve Vicdan
Adalet anlayışımızda kanunlar, toplumsal yaşamı düzenleyen ve koruma altına alan bir sistem sunar. Ancak kanunlar, soğuk ve tarafsızdır; duygulardan bağımsız ve mekanik bir işleyişi vardır. Kanunların temel amacı suç ile cezayı buluşturmak olsa da, bu mekanik işleyişin eksik kaldığı durumlarda vicdan devreye girer. Çünkü kanunlar, “bir eylem yasadışı mı?” sorusuna yanıt verirken vicdan, “bu eylem doğru mu?” sorusunu sorar. Bu nedenle, toplumsal adaletin sağlanabilmesi için yalnızca yazılı kurallar değil, bireylerin vicdana dayalı kararları da gereklidir. Bu ikisinin dengede olmadığı bir toplumda kanunlar, vicdanı yok sayan bir zorbalık aracına; vicdan ise kendi başına kalınca, yargısız bir infaz aracına dönüşebilir.
Ötekileştirmenin Dijital Anatomisi
Günümüz sosyal medya dünyasında kimliklerimize, düşüncelerimize ve değerlerimize göre diğer insanlardan kopmak, onları farklı bir “öteki” olarak konumlamak oldukça yaygın. Ötekileştirmenin temelinde yatan en büyük tehlike, bireylerin bir gruba ait olma arzusuyla, kendilerinden farklı olanı tehdit olarak algılamalarıdır. Bu, yalnızca sosyal medya değil, tarihin çeşitli dönemlerinde “biz” ve “onlar” ayrımıyla pek çok kez yaşanmış bir durumdur. Tarihteki örneklerden biri, savaş dönemlerinde düşmanın insan gibi değil de canavar veya böcek olarak algılanmasıdır. Sosyal medya platformları da bu ayrımı hızlandırıp çoğaltarak, birbirimize yalnızca birer “dijital profil” üzerinden bakmamıza yol açıyor. Özellikle linç kültürü, bu tür bir ayrıştırmayı daha da güçlendiren bir unsur haline geliyor; karşımızdaki kişiyi tanımadan, onun duygularını ve düşüncelerini anlamaya çalışmadan yargılayıp dışlamaya itiyor. Bu hızla oluşan yargılamalar, toplumdaki hoşgörü ve empatiyi aşındırarak kutuplaşmayı artırıyor.
Doğal Hukuk ve Evrensel Adalet Arayışı
Hukukun iki temel yaklaşımdan beslendiği söylenebilir: pozitif hukuk ve doğal hukuk. Pozitif hukuk, yazılı kanunlarla korunurken doğal hukuk, insanın doğasında var olan ahlaki değerleri ve evrensel adalet kavramını savunur. Doğal hukuk savunucularına göre, insan hakları; evrensel, değişmez ve her bireyin doğuştan sahip olduğu haklardır. Bu bağlamda, bireylerin haklarını koruma amacı taşıyan pozitif hukuk, adaletin görünür ve somut yüzüdür; ancak yalnızca yazılı yasalara dayanırsa, toplumda insan onurunu koruyan evrensel değerleri karşılayamaz. Doğal hukuk, bireyin kendi vicdanına ve etik değerlerine göre hareket etmesi gerektiğini savunur ve kanunların ötesinde bir adalet anlayışını temsil eder. Yani bir eylem, kanunlar tarafından suç olarak tanımlanmıyorsa bile vicdanen yanlış kabul edilebilir. Bu durumda, yazılı yasaların ötesinde, toplum olarak vicdani sorumluluklarımızı nasıl yaşatabiliriz?
Sosyal Medya ve Vicdanın Dijital Etkisi
Sosyal medya, mesafeyi aşarak bireyleri görünmez kılar; bu, çoğu zaman empatiyi de zorlaştırır. Özellikle linç kültürünün yükseldiği bir dijital ortamda, bireyler kolayca yargılama eğilimine girerken, toplumsal değerlere ve bireysel vicdana olan bağlılık azalma eğilimi gösterir. Herkesin kendi fikirlerini yüksek sesle ifade edebildiği sosyal medyada, öfkenin tetiklediği yargılar, çoğu zaman karşı tarafı tanımadan, o kişinin yaşam koşullarını ya da psikolojik durumunu anlamadan yapılır. Sosyal medya, çoğu zaman gerçek insanlarla etkileşime geçtiğimizi unutturan bir illüzyon yaratır ve bu illüzyon, insanî değerleri unutma riskini beraberinde getirir. Dijital dünyada vicdanı merkeze almak, yalnızca bir etik sorumluluk değil, toplumsal bir ihtiyaç haline gelir.
Empati ve Toplumsal Bağların Gücü
Empati, insanı anlamanın ve vicdana dayalı bir toplumsal bağ kurmanın en güçlü yollarından biridir. Birbirimizden farklı düşüncelere sahip olabiliriz; ancak empati kurabildiğimizde, farklılıkların ötesine geçerek birbirimizi anlamaya yaklaşabiliriz. Empati, bir diğerini olduğu gibi kabul edebilmek, onun hikâyesini anlamaya çalışmak ve onun yerine kendimizi koyabilme yeteneğimizdir. Günümüz dünyasında empati kurabilmek, sosyal medya platformlarında olduğu kadar fiziksel dünyada da gittikçe zorlaşıyor. Ötekileştirme, kimliklerimizi belirginleştirip kimliğe sıkı sıkıya bağlı bir tavır takındığımızda devreye girer. Farklı düşüncelere sahip olmak insan doğasının gereğidir, ancak bu düşünceleri “biz” ve “onlar” olarak ikiye ayırmak, toplumsal bağlarımızı zayıflatan bir unsur haline gelir. Oysa empati ile farklılıklarımızı anlamak, toplum olarak hem bireylerin hem de tüm insanlığın vicdana dayalı bir bağ kurmasına olanak tanır.
Vicdanı Dijital Dünyada Yaşatmak İçin Bir Yol Haritası
Dijital dünyada empatiye dayalı, vicdanlı bir duruş sergilemek, hem bireysel gelişim hem de toplumsal barış için gereklidir. Sosyal medya platformlarında kolayca ulaşılan “linç” ve ötekileştirme kültürüne karşı, dijital ve fiziksel tüm alanlarda vicdanı rehber almak, sağlıklı bir toplumsal bağ kurmanın anahtarıdır. Vicdan ve empatiye dayalı bir yaşam anlayışı, sadece insanî değerleri yaşatmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal barış ve adaleti de mümkün kılar.
Bu yazı 24.10.2024 tarihli Genç Vicdan Buluşmasına katılan 6 komisyon üyesinin yapmış olduğu tartışmalar sonucunda hazırlanmıştır.
Comments