top of page
İletişim

Eylül Ayı'nda 'Vicdan Zorbalığa Karşı' Kitabını Okuduk ve Birlikte Değerlendirdik

Eylül ayında gerçekleştirilen çevrimiçi kitap değerlendirme toplantısında ay boyunca birlikte okuduğumuz Stefan Zweig’in “Vicdan Zorbalığa Karşı” adlı eseri tartışıldı.

Etkinliğimizi daha önce internet sitemize (https://www.vicdanvakfi.org/events-1/kitap-kulubu-eylul-2024-okumasi) adresinden duyurmuş, katılım için kayıt almış ve etkinlik sayfasındaki yorumlar üzerinden tartışmıştık.


Katılımcılar, kitabın kendilerinde uyandırdığı düşünceleri ve eserin analizini paylaşarak, vicdan, zorbalık, din ve ideolojilerin insan üzerindeki etkilerine dair önemli sorulara odaklandılar. Tartışmada, vicdanın zorbalığa karşı direnci, din ve ideolojilerin zalimleşmesi, iktidar tutkusunun insanın iç dünyasını nasıl etkilediği gibi birçok boyut ele alındı.


Vicdanın Gücü ve Zorbalığa Karşı Durmanın Bedeli



Tartışma boyunca kitapta vicdanın, bireyin zorbalık ve baskı karşısında nasıl sınandığı üzerinde duruldu. Kitap, bireylerin ahlaki cesareti merkeze alarak zorba rejimler karşısında vicdanın ne kadar değerli olduğunu gösteriyor. Karakterler, otoriter sistemlerin karşısında vicdanlarının sesine kulak verip vermeme arasında sıkışıyorlar. Katılımcılar, eserin yalnızca bir roman değil, aynı zamanda bir “vicdan manifestosu” olarak okunması gerektiğini, gerçek özgürlüğün dış koşullardan önce insanın içinde başladığını vurguladılar.

Tarihin sürekli bir tekrar içinde olduğu ve iyilik ile kötülüğün devam eden bir mücadele içinde bulunduğu ifade edildi. Özellikle dinin, Protestanlık ile Katolik Kilisesi arasındaki çatışma bağlamında, toplumsal düzeni şekillendirirken nasıl bir baskı aracına dönüşebildiği tartışıldı. Din ve ideolojilerin iktidar gücüyle yozlaşması, bireylerin vicdanlarını nasıl susturduğuna dair örneklerle ele alındı.

Kitaptaki karakterlerden biri olan Kalvin’in, dini amaçla hareket ederken vicdansızca büyük kötülükler yapması, ideolojilerin zalimliği meşrulaştırmak için kullanılabileceğini gösteriyor. Katılımcılar, kişisel çıkarlar için değil de ideoloji uğruna hareket eden zalimlerin, bu eylemleri haklı çıkarmaya çalıştıklarını, ancak bunun bile vicdanın susturulmasını haklı çıkaramayacağını savundular.

Ayrıca, Kalvin’in başlangıçta özgürlükçü bir duruş sergilerken, iktidarı ele geçirdikten sonra zalim bir lider haline gelmesi, gücün insanı nasıl değiştirdiğini ve baskı aracı olarak nasıl kullanılabildiğini gösteriyor. Bu dönüşüm, bireysel özgürlüklerin ve toplumsal gelişimin nasıl sekteye uğrayabileceğini ortaya koyuyor. Kitabın bu yönü, katılımcılar tarafından baskıcı rejimlerin, yaratıcı faaliyetleri (sanat, bilim, müzik gibi) nasıl kontrol altına alıp bastırabileceği üzerine yapılan tartışmalarla detaylandırıldı.


Din, İdeoloji ve Zorbalığın İlişkisi



Toplantıda din ve ideolojilerin nasıl baskı aracı haline gelebildiği önemli bir tartışma konusuydu. Din, barış, ahlak ve merhamet öğütlese de, zalimce yöntemlerle uygulandığında tehlikeli bir hal alabiliyor. Kitapta da görüldüğü üzere, dini ve ideolojik öğretiler insanları baskı altına almak için kullanıldığında tüm insani değerler yok ediliyor. Bu bağlamda, dinin ve ideolojinin modern dünyada da zorbalık aracı olarak kullanılmaya devam ettiği ifade edildi. Modern baskı rejimlerinin, toplumu sessizliğe iterek vicdanları bastırdığı ve bu tür baskıların insan ruhunu yıprattığı vurgulandı.

Toplumların zorbalığa nasıl kolayca uyum sağladığı, insanlar kişisel sorumluluklarından kaçmak için güçlü liderlerin arkasına sığınırken, bu liderlerin zalimce kararlarına boyun eğildiği tartışıldı. Bireylerin sorumluluklarını topluma devretmesi, zalim yöneticilerin işlerini kolaylaştırıyor ve vicdan susturulmuş oluyor.

Kalvin’in ideolojik doğrularını savunmadaki tutarlılığı dikkat çekici bir başka boyut olarak tartışıldı. Kalvin, iktidara gelmeden önce ne düşündüğünü açıkça dile getirmiş, ancak iktidarı ele geçirdikten sonra bu tutarlılığı, insanları kendi inançlarına zorla boyun eğmeye zorlayan bir baskı rejimine dönüşmüştü. Gücün etkisiyle vicdanın nasıl susturulduğu bu bağlamda incelendi.

Vicdanın bireysel ve toplumsal düzeyde nasıl işlerlik kazandığına dair tartışmalarda, toplumun vicdanın sesine kulak vermediğinde zorbalığın en büyük destekçisi haline geldiği belirtildi. Zorbalar güç kazandıkça, toplumun bu zorbalığı meşrulaştırması daha da kolaylaşıyor ve vicdanın yaşatılması, toplumun en büyük görevlerinden biri olarak değerlendiriliyor.


Zorbalık Karşısında Bireysel ve Toplumsal Vicdan



Protestan hareketinin başlangıçta özgürlükçü ve adalet arayan bir hareket olduğu, ancak zamanla bu hareketin de zalim bir ideolojiye dönüştüğü üzerinde duruldu. Gücü ele geçirenlerin zamanla kendi mağduriyetlerini unutarak, kendilerinden öncekilerden daha zalim hale geldikleri ifade edildi. Bu duruma örnek olarak, devrimlerin ya da reform hareketlerinin baskıcı rejimlere dönüşmesi gösterildi. Mağduriyet üzerine kurulan bir iktidarın, zamanla daha büyük bir zorbalığa dönüşebileceği ve bu dönüşümün iktidarın dönüştürücü gücünden kaynaklandığı vurgulandı.

Kitapta anlatılan zorbalık karşısında direnen karakterlerin, toplumsal vicdanın sesi oldukları, zorba rejimler karşısında ahlaki duruşun korunmasının hayati önemde olduğu tartışıldı. Bireysel vicdanın, toplumsal baskı karşısında korunması gerektiği ve baskıcı rejimlerin en büyük başarısının, insanların vicdanlarını susturmak olduğu ifade edildi.

Sorumluluğun sadece zalim diktatörlerde değil, onlara boyun eğen halklarda da olduğu tartışmanın bir diğer önemli noktasıydı. Diktatörlerin zorbalığı ancak halkın sessizliği ve kabullenmesiyle büyüyebilir. Toplumun vicdanını susturduğu her yerde zorbalık daha da güçlenir ve meşrulaşır.


Sonuç

Stefan Zweig’in “Vicdan Zorbalığa Karşı” kitabı üzerine yapılan tartışmalar, bireysel ve toplumsal vicdanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Din ve ideolojilerin otoriter rejimlere nasıl dönüşebileceği, gücün insanları nasıl zalimleştirdiği ve bireylerin vicdanlarını nasıl susturduğu konuları toplantıda derinlemesine ele alındı.

Toplantının sonunda, Ekim ayında hep birlikte belirleyeceğimiz yeni bir kitabı okuyarak, Ekim ayı sonunda yeniden bir araya gelme kararı alındı. Yeni buluşmada, seçilecek eseri derinlemesine değerlendirip tartışma amacıyla tekrar bir araya gelineceği hatırlatıldı. Katılımcılar, bu süreçte düzenli bir okuma ve paylaşım sürecine katkıda bulunma niyetiyle toplantıdan ayrıldılar.

125 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page