DENEYSEL: Yazıyı tanıtmak için içeriğini tartışan iki yapay zeka karakterinin konuştuğu deneysel sanal radyo programını İngilizce olarak buradan dinleyebilirsiniz:
Geçtiğimiz günlerde, Vicdan Vakfı olarak yakın dönemde Kanal D'de yayınlanan Taş Kağıt Makas dizisinden bir sahneyi paylaştık (https://x.com/vicdanvakfi/status/1847951486199669209). Bu sahnede, Ozan Güven'in canlandırdığı Harun Yakar isimli karakter kanun ve vicdan ilişkisini sorguluyordu. Karakterin sözleri, bu kavramlar üzerine derin bir düşünce alanı açıyordu:
"Kanunlar yazılıdır, toplumun rahat yaşamasını sağlarlar ama kanunların yanında bir değer vardır ki o da vicdandır. O da insanın kalbindeki mahkemedir, insanlığın gereğidir. Vicdanlı olmak... Kanunlar eylemleri ‘bu suç mu ya da değil mi’ diye değerlendirir. Ama vicdan, ‘bu doğru mu, değil mi’ diye değerlendirir. Dolayısıyla da istediğiniz kadar kanun bilin ama vicdanınız yoksa adaleti sağlayamazsınız. O zaman şu soru geliyor aklıma: Kanunlar mı, vicdan mı? Hangisi? Sen söyle… Bence ikisi de. Hocam, vicdan kanunların soğuk duvarlarını ısıtabilir. İnsan hata yapabilir, tıpkı Umut gibi."
Bu sahnede dile getirilenler, izleyicilere kanunların katılığı karşısında vicdanın sıcaklığını hatırlatıyor ve insan olmanın temel bir parçası olarak vicdanın önemini vurguluyordu. Kanunların soğuk duvarları vicdanın sıcaklığıyla ısınabilir mi? Bu soru, bir yandan yargı sisteminin katı çizgileri ile insan vicdanının esnekliği arasındaki dengeyi düşündürürken, diğer yandan da insan hatalarının bu denklemdeki yerini sorgulatıyordu. (İzlemek isteyenler için videoya şu linkten ulaşılabilir: https://www.youtube.com/watch?v=hFSIwn43c-c)
Bu paylaşımdan sonra vakfımızın gönüllü gruplarında bu konuyla ilgili bir tartışma başladı. İtiraz, kısa bir süre önce adı kadına şiddet ve dayak iddialarına karışan bir oyuncunun canlandırdığı karakterin, vicdan örneği olarak paylaşılmasının doğru olup olmadığıydı. Bir kadına şiddet iddiasıyla yargılanan birisi, vicdan gibi bir kavramın temsilcisi olarak gösterilebilir miydi? Bu çelişki, tepki çekmeyecek miydi?
Ozan Güven Olayı
Bu olayı ben de duymuştum ama yakından takip etmemiştim; detaylarını bilmiyordum. Google'da yaptığım kısa bir aramada karşıma çıkan haberde, Ozan Güven’in 2020 yılında eski sevgilisi Deniz Bulutsuz’a şiddet uyguladığı iddiasıyla gündeme geldiği anlatılıyordu. Gerçekten de tasvip edilmeyecek hatta kınanacak, eğer gerçekten olduysa ve bağımsız yargı tarafından da böyle görüldüyse cezalandırılması gereken suç seviyesindeki davranışlardan bahsediyoruz. Bu iddialar neticsinde Ozan Güven hakkında açılan davada, "Hakaret", "Cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma" ve "Kasten yaralama" suçlarından 3 yıl 9 aydan 13 yıl 6 aya kadar hapis cezası istenmişti. Dava halen devam ediyor. (Detaylara şu linkten ulaşabilirsiniz: https://www.haber7.com/hayat/haber/3386136-ozan-guvenin-siddet-davasinda-son-durum-adli-tip-kurumu-darp-raporu-cikti)
Bu tartışmalar beni düşünmeye sevk etti. Bir sanatçının kişisel hayatındaki davranışları, onun oynadığı karakterlerin verdiği mesajları gölgede bırakır mı? Sanat eseri ile onu canlandıran kişinin gerçek hayatı arasında bir bağ kurmak doğru olur muydu? Sanatçının kötü tercihleri ve davranışları, eserlerini seyredilmez kılar mı? En önemlisi, bu durumlarda üretilen eseri ve onu canlandıran kişinin sanatsal performansını yok saymak adaletli olur mu?
Bu sorulara bir cevap ararken, aklıma Kevin Spacey örneği geldi. Vakıfta insanları vicdan kavramı üzerinde düşündürecek örnek sahneler paylaşılırken, Kevin Spacey'nin oynadığı bir filmden alınan sahneleri de önermişti gönüllü arkadaşlarımız. O anda benim de aklıma, tıpkı gönüllülerimizin Ozan Güven hakkındaki iddialar geldiği gibi, Kevin Spacey hakkında ortaya atılan korkunç iddialar geldi. Önce ben de bunu paylaşıp, Kevin Spacey'nin kötü birisi olduğunu ve eserlerini kullanmanın doğru olmayacağını söylemek geçti. Ancak bunu yapmadım.
Cancel Culture (Linç Kültürü)
Tüm dünyada hızla yayılan Linç Kültürü, sosyal medyanın etkisiyle güç kazanan bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Bu kültür, bir kişinin veya kurumun hatalı ya da tartışmalı bir davranış sergilediğinde, boykot, dışlama ve itibarsızlaştırma kampanyası başlatılmasını ifade ediyor. Toplum ya da sosyal medyadaki bir grup, bu kişinin hatalarını affetmeden kariyerini ve kişisel hayatını yok etmeye yönelik bir tepki geliştiriyor. Bir başka deyişle, Linç Kültürü, topluma aykırı bir davranışta bulunduğu iddia edilen bir kişiyi "dijital recm"e maruz bırakıyor, yalnızca işini değil, toplum içindeki saygınlığını ve ilişkilerini de yok ediyor.
Linç Kültürü’nün en tehlikeli yanlarından biri, genellikle yargısız infaz niteliği taşıması. Bir kişi, yargı kararı olmadan sosyal medyada hedef alınıyor ve gerçek hayattaki kimliği kadar dijital kimliği de yok ediliyor. Tepki gösterme hızının kolaylığı, bu süreçte adaletin yerini yargısız infaza bırakabiliyor. Suçlamaların doğruluğu sorgulanmadan, kişinin itibarı hızla zedeleniyor, sonuç olarak kariyeri ve bazen kişisel hayatı bile zarar görüyor.
Kevin Spacey’nin Taşlanması Olayı
Kevin Spacey örneğine geri dönelim. Zamanında ben de Kevin Spacey hakkındaki iddiaları ilk duyduğumda büyük bir öfkeye kapılmıştım. Genç erkekleri, gösteri dünyasındaki itibarını ve gücünü kullanarak kandırarak tecavüz ettiği iddiaları yenilir yutulur şeyler değildi. Böyle bir insanın oynadığı rollerde aktarmak istediği mesajlarla ve canlandırdığı karakterlerle nasıl özdeşleşebilirdiniz veya bunları nasıl referans alabilirdiniz. Taş atmasam bile, ekranda görmeye katlanamıyor, adamın ürettiği eserleri ve kendisini yok sayıyordum. Seyirciler aynı tepkiyi gösterip Spacey’yi aktif taşlayarak ve pasif yok sayarak mimleyince (yani linçleyince), Spacey çalıştığı bütün projelerden kovuldu. Hiçbir yeni projeye de çağrılmadı.
Neredeyse 7 yıl önce yaşanan bu olayı hatırlatmak gerekirse: 2017 yılında, Kevin Spacey hakkında bir dizi cinsel taciz iddiası ortaya atılmıştı. Bu iddialar, aktör Anthony Rapp’in Spacey’nin 1986 yılında ona cinsel bir tacizde bulunduğunu açıklamasıyla başladı. O dönemde Rapp 15, Spacey ise 27 yaşındaydı. Bu açıklamanın ardından, Spacey özür diledi ancak iddiayı hatırlamadığını belirtti. Sonrasında, Spacey’ye karşı benzer iddialarla 15 başka kişi daha ortaya çıktı. Bu iddialar sonucunda, Netflix Kanalı Spacey ile bağlarını kopardı, House of Cards gibi oyunculuğunun zirvesinde olduğu ve başrol oynadığı dizinin kadrosundan ihraç edildi. Ünlü yönetmen Ridley Scott’ın All the Money in the World filmind oynadığı sahneler, film vizyona girmeden önce bir başka aktör Christopher Plummer ile yeniden çekildi. Yıllar süren yargı süreçlerinin ardından, Spacey bazı davalardan aklandı ancak kariyeri bu iddiaların gölgesinde kalmaya devam etti. Kevin Spacey hakkındaki iddialar ile ilgili daha fazla bilgiye şu kaynaktan ulaşabilirsiniz: (https://en.wikipedia.org/wiki/Kevin_Spacey_sexual_misconduct_allegations).
Kevin Spacey’e Ne Oldu?
Linç Kültürü, toplumu saran görünmez bir ağ gibi, zaman zaman adaletin çizgilerini bulanıklaştıran bir güç haline geldi. Kevin Spacey’nin hikayesi ise, bu kültürün nasıl bir modern infaz biçimine dönüştüğünü gözler önüne seriyor. 2017 yılında patlak veren cinsel taciz iddiaları, Spacey’nin adeta ışık hızında düşüşüne neden oldu. Bir zamanlar Hollywood’un zirvesinde parlayan bir yıldız, birkaç gün içinde toplumsal yargıların ve medya fırtınasının ortasında yok edildi. Pierce Morgan ile yaptığı röportajda, hem adalet arayışını hem de kendi vicdanıyla hesaplaşmasını dile getirdi. (https://www.youtube.com/watch?v=qktc4-9mXXc).
Kevin Spacey’nin savunmasında dikkat çeken en temel noktalardan biri, adaletin yalnızca mahkeme salonlarında değil, aynı zamanda toplumsal vicdan önünde de aranması gerektiğiydi. Hukuki süreçlerden aklanarak çıkan Spacey, mahkemelerin onu suçsuz bulmasına rağmen, toplumun yargısından kaçamadığını ifade ediyor. Suçsuzluğu mahkeme kararıyla tescillense de, medya ve sosyal medyanın elbirliğiyle yürüttüğü yargısız infaz, Spacey’nin kariyerini altüst etti. Artık hiç parası kalmadığını ağlayarak anlatan Spacey, bu durumun sadece kendi kariyerini değil, adalet kavramının kendisini de zedelediğine inanıyor. Adaletin yalnızca yasalar çerçevesinde değil, vicdanla da şekillenmesi gerektiğini vurgulayan Spacey, "Toplum beni mahkemelerden önce yargıladı" diyor.
Sanat, Vicdan ve Linç Kültürü Üzerine
Vicdan, tarih boyunca ve tüm toplumlarda, kısmen belirsiz bir kavram olarak varlığını sürdürmüş; bir tür adalet çağrısı olarak yerini bulmuştur. Üzerine sayısız şey söylenmiş olmasına rağmen, toplumların temelini oluşturan hukuk, adalet ve eşitlik gibi daha net kavramlar kadar belirgin bir rol üstlenememiştir. Ancak vicdan, bireylerin ve toplumların içsel denetim mekanizması, derin bir ahlaki pusula olarak var olmayı sürdürmüştür.
Bugün, Türkiye toplumunun tarihteki en karanlık dönemlerinden birine tanıklık ederken, vicdanın tamamen unutulduğu anlara şahit oluyoruz. İşte bu noktada, Vicdan Vakfı olarak, vicdanın değerine ve toplumu birleştirecek temel bir kavram olma potansiyeline olan inancımızla bu tartışmayı sürdürmek zorundayız. Vicdan, belki de şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bir rehberdir. Hep beraber, vicdanı bulmak, her nereye saklandıysa onu ortaya çıkarmak ve toplumsal yapıyı yeniden onun üzerine inşa etmek için çabalamaya devam edeceğiz.
Vicdanı, linç kültürünün yıkıcı etkilerine karşı bir koruma, adaletin ötesine geçen bir ilke olarak görmek ve bu yolda insanlığın temel değerlerini korumak için mücadele etmeye kararlıyız. Sanatın bu süreçte oynayabileceği rolü unutmadan, sanatın özgürlüğü ve vicdanın rehberliğiyle toplumsal değerleri yeniden yeşertebiliriz.
Yorumlar