top of page
İletişim

Toplumsal Empati ve Anlayışın Peşinde: Vicdan Buluşmaları




Vicdan Vakfı'nın düzenlediği haftalık buluşmaların bu haftaki oturumunda katılımcıların yaşadıkları kişisel deneyimlerini aktarması, derinlemesine bir empati ve anlayış ortamının doğmasına fırsat verdi.


Fahrettin Dağlı, Orta Anadolu'da yaşamış Kürt bir ailenin zorluklarla dolu hayatını paylaştı. Annesinin yaşadığı sağlık sorunları ve dil engeli nedeniyle karşılaştığı zorluklar, toplumumuzda çokça göz ardı edilen bir gerçeği ortaya koydu. Dağlı, annesinin Türkçe bilmemesi nedeniyle yaşadığı tıbbi müdahale sürecinde karşılaştığı ayrımcılığı ve zorlukları anlattı. Bu hikaye, sağlık hizmetlerine erişimde dilsel engellerin yarattığı sorunları ve bunların bireyler üzerindeki derin etkilerini gözler önüne serdi.


Ömer Faruk Gergerlioğlu ise, eğitim ve inanç alanında yaşanan baskıları ve ayrımcılığı dile getirdi. Kendi ailesinin ve çevresinin maruz kaldığı zorlukları paylaştı. Gergerlioğlu, insan hakları savunuculuğu kariyeri boyunca karşılaştığı zorlukları ve bu zorluklara karşı geliştirdiği dirençli tavrı anlattı. Yaşadığı haksızlıkların, insan hakları mücadelesine olan inancını daha da pekiştirdiğini ve bu alanda sesini yükseltme konusunda onu daha da motive ettiğini vurguladı.


Melih Çalıkoğlu, Trabzonlu bir aileden gelen bir bürokrat olarak, milliyetçilik ve devlet algısı üzerine kişisel gözlemlerini paylaştı. Genç yaşta Osmanlı tarihini ve milliyetçiliği yoğun bir şekilde öğrenmiş olmasına rağmen, daha 15 yaşlarında bu ideolojilerin sınırlarını sorgulamaya başladığını ve milliyetçiliğin, bireyleri birleştirdiği kadar aynı zamanda birbirinden ayıran bir olgu olduğunu fark ettiğini ifade etti. Son 10 yılda yaşananların ve bir zamanlar ezildikleri için sempatik görünen özellikle İslamıların devleti ele geçirmek için yaptıkları ve devleti ele geçirdikten sonra ellerinde tutmak için yaptıklarının, devlet denilen mekanizmanın sıklıkla elinde tutanların zulüm aracı olarak kullanıldığı düşüncesini pekiştirdiğini belirtti. Melih Bey bu duruma şaşırmadığını, çünkü tarihi tecrübenin devlet denilen mekanizmanın sıklıkla baskıcı olduğunu öğrettiğini dile getirdi. Bu yüzden 200 yıllık Türk modernleşme tarihinin sonucunda adaletsiz, baskıcı ve ötekileri dışlayan ve herkese aynı gömleği giydirmeye çalışan bir devlet mekanizmasını ürettikleri için devlet yüzünden değil, bu sonucu üreten toplum yüzünden hayal kırıklığı yaşadığını belirtti.


Mehmet Şahin ise,  insanların ahlakı, adaleti, karakteri, dürüstlük, çalışkanlık ve üretkenliğine daha çok değer verdiğini vurguladı.


Tüm insanların bir ana babadan geldiğini ve Hz. Havva ile Hz. Ademin torunları olduğunu dile getirdi. İletişimin ve birbirlerini anlamanın insanlık için bir ilaç olduğunu, insanlar arasındaki iletişimin artmasıyla savaşların ve çatışmaların azalacağını savundu. Öğrencilik ve meslek hayatı boyunca  iletişimlerinden örnekler vererek,  hukuka ve eşitliğe saygılı davranmaya çalıştığını bu yüzden bazı dönemlerde görevden alındığını anlattı. Vicdanın önemli olduğunu, vicdan sahibi her bireyin değerli olduğunu ifade etti.


Aziz Gülhan, kişisel deneyimlerine dayanarak Türkiye'deki kimlik ve ekonomik sınıf sorunlarına değindi. KHK ile işinden ihraç edilmesinin ardından, ayrımcılık ve ötekileştirme konusunda önemli bir farkındalık kazandığını belirtti. Barış Ünlü'nün eseri “Türklük Sözleşmesi” üzerinden Türklüğün farkında olmadan sağladığı imtiyazları ve toplumdaki etkilerini tartıştı. Aziz Bey, ayrımcılığa tabi tutulan insanların haklarına yönelik olarak pasif bir yaklaşımın ötesinde, onların mücadelelerine aktif destek olmanın önemini vurguladı.


Rana Kaya, Ankara'ya taşınana kadar farklı kimlikler hakkında bilgi sahibi olmadığını anlattı. Başörtüsü nedeniyle yaşadığı ayrımcılık deneyimlerini paylaşarak, insanların önyargılarına karşı kendi gözlemlerini dile getirdi. Rana Hanım, insanların birbirlerine zarar vermeden farklı zihniyetlere sahip olmanın mümkün olduğunu savundu. Toplumda farklılıkların kabul edilmesi gerektiğini ve herkesin kendi kimliğiyle saygı görmesi gerektiğini savundu.


Haşim Efe, askeri eğitim sürecinde ve sonrasında Türkiye'nin siyasi ve toplumsal değişimlerine tanıklık ettiğini belirtti. 28 Şubat süreci ve sonrasında yaşananları, dindar insanların askeriye içindeki durumlarını ve AK Parti döneminde yaşananları aktardı. Haşim Efe, kişisel olarak demokrasiyi savunduğunu ve her zaman adaletli olmaya çalıştığını ifade etti. Oğlunun 15 Temmuz sürecinde yaşadıklarını ve bu sürecin kişisel ve toplumsal etkilerini detaylı bir şekilde anlatarak bu tür olayların bireyler üzerindeki travmatik etkilerine dikkat çekti.


Bu etkinlik, katılımcılara, kişisel deneyimlerin toplumsal vicdan ve empati üzerindeki etkisini anlamaları için değerli bir fırsat sundu. Konuşmacıların kişisel hikayeleri, katılımcılara, toplumsal adalet ve eşitlik mücadelesinde nasıl aktif rol alabileceklerine dair ilham veriyor.

99 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page