Toplumsal ve siyasal çalışşmalarda ne yazık ki sıkça karşımıza çıkan bir gerçek var: Bir
şeyleri yaşamakla yetiniyor, çoğu zaman geriye hiçbir kayıt bırakmıyoruz. Bu ise
gelecek kuşakların aynı sorunlara tekrar tekrar yeniden çare aramasına sebep oluyor.
Vicdan Vakfı olarak öncelikli bir çabamız, geçmişten çıkardığımız dersleri, yarınımızı
etkileyecek şekilde kayda geçirmek, arşivlemek ve aktarabilmek.
Bu makalede, kaydetme ihtiyacı, aktivizm ve kurumsallaşma arasındaki ilişki, yeni
kuşaklara aktarım yolları ve yaratıcı yöntemlerle toplumsal farkındalık gibi temel
meseleler hakkındaki görüşlerimi, bir danışma olarak dile getirmeye çalışacağım.
1. Geleceğe miras
Bu görevden hisseme düşen payı ödemek amacıyla geliştirdiğim platformlardan biri,
“mirasim.com” sitesi. Bu sitede, besteci, söz yazarı, düzenleyici veya yapımcısıolarak
elimin değidiği parçaları bir araya topladım, daha önce YouTube’a yüklenmemiş olanları
düzenli bir şekilde yükledim ve linkleriniadlarına bağladım, tıklayan dinleyebiliyor.
Bunun da ötesinde, müzikteki ödül reddetme hikâyelerinden politik dayanışma
belgelerine, insan hakları alanındaki çeşitli girişimlere kadar farklı alanlardaki
deneyimleri toplamaya, derlemeye ve gelecek nesillerin erişimine sunmaya
uğraşıyorum. Kim bilir, belki de 30-40 yıl sonra bir araştırmacı bu belgelere rastlayıp
yeni bir ufuk açan çalışmalara imza atar.
Vicdan Vakfı’nın da benzeri bir yol izleyerek, ortaya konan projeleri, raporları ve hatta
gündelik tartışma metinlerini düzenli biçimde muhafaza etmesi, zamanı gelince bu
birikimi kamuoyuna sunması çok değerli bir hizmet olacaktır.
2. Aktivizm ve Kurumsallaşma Dengesi
Sivil toplum çalışmalarının çoğu zaman iki uçta bocaladığını görüyoruz:
1. Yalnızca aktivizm: Örgütlenmekten ve yapılan çalışmaları kalıcılaştırmaktan uzak,
kısa vadeli etkinlikler, gösteriler, kampanyalar... Bunlar hızla dikkat çekebilir ama
onlar da “Söz” gibi uçar gider
2. Yalnızca kurumsallaşma: Bu kez de aktivizmin canlı, yenilikçi ruhundan uzak,
aşırı bürokratik ve statik bir yapı... Bu da topluma dokunamaz, eleştirel duyarlılık
geliştiremez.
Oysa her ikisinin bütünleşmesi gerekiyor. Kurumsallaşma olmadan aktivizmin meyveleri
kalıcılaşmaz; aktivizm olmadan da kurumsallaşma, boş bir kâğıt üzerinde yürütülen bir
prosedürler bütünü hâline gelir. Ben buna “iki bacağını da sağlam basmak” diyorum.
Bu nedenle, Vicdan Vakfı gibi yapılarda, etkin bir arşiv ve belge yönetimiyle canlı saha
faaliyetinin el ele yürütülmesi şart.
3. Yaratıcı Yöntemler ve Toplumsal Farkındalık
Bugünün dünyasında, uzun makalelerden çok kısa ama vurucu video içerikleri de önem
taşıyor. Uzun zamandır ben de kısa videolar hazırlayıp “Gördüm, duydum, söyledim”
başlığı altında paylaşıyorum. Gündelik siyasette, insan haklarında veya toplumu sarsan
başka gelişmelerde ufak videolarla tepki vermek hem anlatım kolaylığı sağlıyor hem de
etkiyi artırıyor.
Ayrıca, öngörülmeyen nesnelerle farkındalık çalışmaları da bellekte yer eden, dikkat
çekici bir yöntem. Örneğin, 1995 yılında Düşünce Suçu’na Karşı Girişim’in düzenlediği
bir basın toplantısında ortaya bir hindi salıvermiştik ve şu sözlerle başlamıştık:”Ne
farkımız var bizimondan? O da düşünüyor amakonuşamıyor,biz de.” Kolayca tahmin
edebileceğiniz gibi ortada dolaşan hindinin yarattığı mizahi ama çarpıcı görüntü
katılantüm gazete ve TV kanallarında yer aldı. Üstelik, konuyu hiç de çarpıtmadan.
Benzer şekilde, dijital araçlardan azami redecede yararlanmalıyız. Mesela Change.org
gibi platformlar, imza kampanyalarının düzenlenmesini kolaylaştırıyor; ufak bir metin ve
birkaç dakikalık iş ile bir kampanya başlatabiliyor, toplumun farklı kesimlerine sesinizi
duyurabiliyorsunuz. Burada asıl mesele, bu kampanyaları sürdürülebilir kılmak, yani bir
kere imza toplayıp bırakmamak. Mümkün mü, tabii, yeter ki niyet edin ve doğru
yöntemler bulun, yoksa siz yaratın.
4. Paranın Rolü: “Lafla Peynir Gemisi Yürür mü?”
Evet, aktivizm ruhunun kaybedilmemesi gerektiği gibi, proje ve çalışmaların bir finansal
desteğe ihtiyaç duyduğu da inkâr edilemez bir gerçek. “Lafla peynir gemisi yürümez”
sözü, en çok sivil girişimler için geçerli. Kiranın, salon masraflarının veya iletişim
giderlerinin karşılanması iman gücüyle ancak bir yere kadar mümkün. Sonra
Napolyonun sözü giriyor devreye: “Üç şey gerek başarı için: Para,Parai Para”…
Elbette ki para, temel motivasyon hâline geldiğinde işin ruhunu öldürebilir; ancak
bütünüyle parasız kalmak da en basit ihtiyaçların dahi karşılanamamasına neden olur.
Burada asıl mesele, finansmanı çeşitlendirmek, farklı kaynaklardan ufak tefek de olsa
destekler bulmak ve bunu yaparken kurumsal bağımsızlığı koruyabilmek. Sadece gönüllülük enerjisine dayanan etkinliklerin zamanla nasıl tükendiğine defalarca tanık
oldum.
5. Geleceğe Bakarken
Tekrarlarsak, toplumu ileriye taşıyacak fikirlerin, projelerin ve ortak vicdanımızı
güçlendirecek her türlü hamlenin yalnızca aktivizmle ya da yalnızca kurumsallaşmayla
değil, bu iki yaklaşımın birleşmesiyle başarılacağına inanıyorum.
Arşiv ve hafıza çalışmaları: Bugüne dair her belge, video, not, rapor... Bunların
düzenli olarak saklanması ve gelecek nesillere aktarılması gerekiyor. Geçmişte
yaşananlar, bugünü anlamlandırmak ve geleceği kurmak için hayati.
Yaratıcı yöntemler: Kısa videolar, mizahî öğelerle desteklenen haberler ve
internet kampanyaları (Change.org gibi), insanların dikkatini çekmekte çok etkili.
Finansal denge: Tamamen maddiyata gömülmüş bir yapıya dönüşmeden,
parasızlıktan tüm projeleri durdurma noktasına da getirmeden “kalıcı” olabilmek.
Bu ülkenin, hatta dünyanın en çok ihtiyacı olan şeylerin belki başında geliryo “vicdan”.
Biz de bunun sesini yükseltmeye çalışırken farklı kimliklerden, farklı geçmişlerden
herkesle yollarımızın kesişmesini umuyoruz. Yüzyıllar ötesinden Yunus’un sesi yol
gösteriyor: “Umutsuzluk kapısı değil bu kapı, gel, nasılsan öyle gel”
Evet, “Elini vicdanına koy ve gel “…
Şanar Yurdatapan
Vicdan Vakfı Danışma Kurulu Üyesi
Коментарі