Etimolojik olarak, insanın temel varlığı vicdandır. Yani, insanın yapı taşı olarak vicdan kabul edilebilir. Bilincin temelinde vicdani ruh esas alınmalıdır. Ancak modern toplumlar, giderek ticarileşen bir yapıya bürünmekte ve bu durum, insanî değerlerin kaybolmasına zemin hazırlamaktadır. Kâr ve çıkar odaklı düşünceler arttıkça, temel vicdani hak ve özgürlüklerin göz ardı edilmesi kaçınılmaz hale gelmektedir.
Bürokrasi içerisinde yer alan bazı yetkililerin yasaları bilmemesi, onların daha da uzmanlaşmaları gerektiğini düşündürüyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, yasaların vicdan temelli olup olmamasıdır. Yasalar, eğer adalet ve vicdan ilkeleri gözetilmeden uygulanırsa, insanlar üzerinde baskı ve mağduriyet yaratabilir. Örneğin, Filistin mücadelesi veren insanların, vicdanî değerler gözetilmeden uygulanan yasalar altında ezildiği görülmektedir. Bu gibi durumlar, yasaların adaleti sağlayıcı bir araç olmaktan çıkıp, zulüm aracına dönüşebileceğini gösterir.
Orta Doğu’da, özellikle Kürt halkı başta olmak üzere, birçok topluluk sömürü altında yaşamaktadır. Bu halkların, silahların gölgesinde değil, baskıcı yasaların altında ezildiğini bilmek son derece acı vericidir. Bu, bir tür kanun zulmüdür. Bu durum sadece Orta Doğu ile sınırlı değildir. Güçlü ekonomilere ve sağlam altyapılara sahip Avrupa ve Amerika gibi ülkelerde de kadın cinayetleri, hayvanlara yönelik şiddet, kötü cezaevi koşulları ve kentsel dönüşüm projelerinin getirdiği olumsuzluklar gibi birçok sorun yaşanmaktadır. Tarımsal faaliyetlerde haksız kazanç elde edilmesi, sosyo-ekonomik ve ırksal ayrımcılığın derinleşmesi, yasaların keyfi bir şekilde uygulanmasının sonucudur.
Bu bağlamda, sadece yasaları bilmek yetmez. Bilginin doğru bir şekilde kullanılması ve yasaların vicdanî temellere dayandırılması gerekir. Her yasanın altında, vicdan kavramının ağırlığının ne anlama geldiği açıkça belirtilmelidir. Adeta vicdan muhasebesinin uzmanı olmak gibi...
"Her zalimin bir kalbi vardır ama her kalp vicdanlı değildir."
Vicdan, insan ruhunun yok olmayan bir parçasıdır. Yasalar ve yönetim yapıları inşa edilirken vicdan olgusu göz ardı edilmemelidir. Aksi halde, vicdan temel alınmadığında, Türkiye gibi ülkelerin geleceği tehlikeli bir yola sürüklenir:
Sokağa çıkma yasağında katledilen Cemile’nin cesedinin, kokmasın diye annesi tarafından buzdolabında saklanmak zorunda kalınması, vicdan eksikliğinin bir göstergesidir.
Dersim katliamında, mermilerin boşa gitmemesi için insanların toplu halde öldürülmesi, o dönemin vicdan yoksunluğunu ortaya koyar.
Suriye'deki Amude sinemasında çocukların yakılarak öldürülmesinin temel nedeni, vicdan eksikliğidir.
Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen Zilan katliamında, ölen hamile kadınların karınlarını deşip cinsiyet üzerine bahis oynanması, o günlerdeki vicdan yoksunluğunu gözler önüne serer.
Yakın zamanda Diyarbakır ve Tekirdağ'da kızların maruz kaldığı can acıtıcı olaylar...
Başta Taybet Ana olmak üzere Cumartesi Anneleri, Halepçe, Roboski, Ruanda, yıllardır Çin zulmüne maruz kalan Uygur Türkleri, Bosna soykırımı ve IŞİD zulmü ile yurdundan edilen Suriye halkları…
Kimlik, demokrasi ve kültür uğruna ölen her kahraman, zalimlerin vicdan eksikliğine yenik düşmüştür. Evrensel insan hakları, her bireyin devredilemez hakkıdır; ancak maddi güçler bu hakkı giderek daha fazla tehlike altına almaktadır. Toplumlar bu alanda büyük değer kaybına uğramış ve bu zayıflık giderek derinleşen bir krize dönüşmüştür. Dünyadaki tüm insani krizlerin temelinde vicdansızlık yatmaktadır ve bu duruma “mâşeri vicdan krizi” denebilir. Vicdan, insanın pusulasıdır ve her geçen gün bu pusulayı kaybediyoruz.
Dünya, yalnızca ekonomik ve doğal felaketlerle değil, vicdani krizlerle de yüzleşmektedir. Ve hepimiz, bu krizlerin hem sorumlusu hem de mağduruyuz.
Comments